Nasıl Batırdım?
İzmirli Anneler mail grubudan tanış
olduğum sevgili arkadaşım Başak Tırnaklı bir gün bana ulaştı.
Sosyal medya üzerinden yaptığım işleri, masal anlatıcılığımı
ve kitap kulübüyle ilgili aktivitelerimi görmüş. “Senin
mutlaka başarısızlıkların vardır” dedi. Önce yanlış okudum
sandım, sonra da yanlış yazdı sandım. Başarısızlık mı? Var
ama bunu neden anlatayım? Sonra da bana Fuckup Nights'dan bahsetti.
Fackup Nights Türkiye'de ilk defe İzmir'de Banu Güsar'ın
girişimiyle yapılmış. FackUp ilk kez Meksika'da 5 arkadaşın
birbirlerine nasıl battıklarını anlattıktan sonra “ya bunlar
çok komik ve çok da iyi biz bunları diğer insanlara da anlatalım”
demeleri ile ortaya çıkmış buluşmalar. Ne varsa Meksika'da var
kardeşim dedirttiren bir olay oldu bana da:) Başak'la konuştuktan
sonra katılmayı çok istedim ama bir türlü programım uymadı.
Buluşmalar her ayın 2. Çarşambası yapılıyor ve ben anca
Haziran ayında bir buluşmayı izlemeye gidebildim ve çok
etkilendim. İnsanların samimi paylaşımları, aldıkları dersler,
bunları açık yüreklilikle ifade etmeleri öyle güzeldi ki. Sonra
da Eylül ayındaki buluşmada konuşmacı olmayı kararlaştırdık.
Aklımda bu konuşma hep vardı, neyi anlatabilirim. Başarı ve
başarsızılık kavramları çok uğraştığım kavramlardır.
Sanatla uğraşan biri için de çok boş bulurdum bu sözleri.
Çocukların başarı odaklı yetiştirilmelerine de sinirlenirdim.
Aynı zamanda başarısız olmaktan da korkardım. Kendimle
hesaplaşmışlığım çoktur bu konuda. Ben de güzel sanatlar
sınavına ilk girdiğimde kaybedişimi ve panoda koyu kırmızı
harflerle adımın yanında BAŞARISIZ yazışını ve benim üç gün
boyunca buna ağlayışımı anlatacaktım. Ancak üç ay boyunca
çoooooook şey değişti ve ben başka bir şey anlattım. Hatta bu
buluşmada tahmin edilenden daha çok kişi katıldı ve iki salonda
toplanıldı ve ben iki kere anlattım. Bu hikayeyi daha çok kişinin
duyması için bloguma da yazmak istedim. Keyifli okumlar.
Sıla Kimdir?
Sıla Kimdir?
Ben kimim? Bu çok bilinmeyeni olan
esrarlı bir soru. Bu sorunun cevabını arıyorum. Artık Sıla
kimdir diye sorduklarında ya da ben kimim diye sorduğumda hiç bir
şey söyleyemiyorum.
Ne iş yapıyorum?
Bu cevaplaması nispeten daha kolay bir
soru. Tam olarak ne yaptığımı söyleyemesem de yaptığım işleri
sıraladığımda soru bir şekliyle yanıtlanmış oluyor.
Masal anlatıyorum, yetişkinlere ve
çocuklara. Masal ve farkındalığı birleştiren atölyeler
yapıyorum arkadaşım Efe Elmas ile. Masal ve diğer sanat
dallarının buluştuğu projelerde yer alıyorum. Özel Türk
Kolejinde Tiyatro Kulübü eğitmenliği yapıyorum, oyun
yönetiyorum. Yaratıcılıkla ilgili özel dersler veriyorum. Bez
çanta boyuyorum, onları satıyorum. Bunlar biraz daha anlaşılabilir
kılıyor durumu.
Neydim? Ne oldum?
Bu soruyla devam ettiğimde de hikayeye
biraz daha girmiş oluyorum. Bu arada bu sunumu da 10 dakikada
yapacak olmanın verdiği sıkışmışlıkla da her şeyi konu
başlığı gibi geçtiğimi farkettim ancak, bu bana hikayemi
sıkıştırma fırsatı da yarattı.
Süleyman Demirel Üniversitesi
oyunculuk bölümünden 2008 yılında mezun oldum ve mezun olur
olmaz da evlendim. Eşimin bir tiyatrosu ve organizasyon şirketi
vardı ve orada çalışmaya başladım. Oyunculuk yaptım. Gençlik
ve çocuk oyunlarında oynadım. Oyunculuk ve yaratıcı drama
eğitmenliği yaptım. Sınavlara öğrenciler hazırladım. Tüm bu
sürede mesleğimi geliştirmek için oyunculuk atölyelerine
katıldım, drama eğitimleri aldım. Mezun olduktan sonra çok
çalıştım ama hiç iş aramak zorunda kalmadım. Başka bir ekiple
çalışmadım. İşsiz kalmadım. Liman her zaman güvenliydi.
Her şey yolunda gidiyor gibi
görünürken benim içimde bir boşluk vardı. Bir ruh sıkıntısı.
İstediğim şeyi yapıyordum, mezun olduğum alanda çalışıyordum
ama o sıkıntı yakamı bırakmıyordu. Sonra güzel bir şey oldu.
Kızıma hamile kaldım ve doğum süreci, lohusalık süreci derken
2 yıla yakın tam zamanlı çalışamadım. Kızımla ilgilendim,
kendimle ilgilendim. Kendimi sorguladım, yaşamı sorguladım.
Çocukluğuma döndüm. Ailemi düşündüm. Ben kimdim? Ne yapmak
istiyordum? Bu sorularla uğraşırken bir gün internette
masallarla ilgili bir röportaj okudum. Kızıma çokça kitap
okuyordum ama masal anlatmak hiç aklıma gelmemişti. Bu beni çok
etkiledi. 2 günlük bir anlatıcılık atölyesine katıldım. İlk
dinlediğim masal beni büyüledi. Masalları okudukça, onlar beni
değiştirmeye ve içimde yeni kapılar açmaya başladı. Bu süreçte
üyesi olduğum kitap kulübüm Bir Kitap Bin Sohbet'te Kurtlarla
Koşan Kadınlar kitabını okuyorduk ve ben de oradaki masalları
onlara anlatmayı teklif ettim. Böylece kendi çapımda masallara
bulaşmıştım. Masallara bulaşınca bir şey daha gördüm.
Kendimi. Bir buz dağıydım. Sadece
yüzeydeki kısmımı görüyordum ama altımda, derinlerde yatan
potansiyeli hissettim ve ondan çok korktum. Bu dönemlerde “güçlü
kadınlar”dan korktuğumu keşfettim. Potansiyelleri görmeye
cesaretim var mıydı? Bilemiyordum. Sonrasında bir karar almak
istedim, masal anlatımını profesyonelce bir iş olarak yapacak
mıydım? Oyunculuk bölümü mezunuydum ama masal anlatmak ayrı bir
disiplindi ve ben bunu yürekten istiyor muydum? Bunun için 7 günlük
bir masal kampına gittim ve geri döndüğümde bu işi istediğime
karar verdim. Bu kampta sesini duymaya çalıştığım şey kalbimdi
ve bağlantıyı kurmuştum.
Hemen kütüphaneden masal kitapları
aldım, yüzlerce masal okudum ve kendime bir repertuar çıkardım.
Kitapevleriyle görüştüm, ufak sahnesi olan yerlerle görüştüm.
Kendime bir isim buldum ve afiş görselimi çizdim
İlk anda istediğim şey deneyim
sahibi olmaktı. Ne kadar çok yerde masal anlatırsam ne kadar
farklı kitleye ve ne kadar çok masal anlatırsam benim için o
kadar iyiydi. Masal akşamlarının içeriğini oluşturmaya
başladım. Birinde üç masal birinde iki masal birinde uzun bir
masal gibi. İlk etapta bu işten para kazanma kaygım olmadığı
için bir bağış kutusu koydum ve içinden gelenler oraya bağışta
bulunsun dedim. Bir akşam, sahnesi olan bir kafede masal anlattım
ve o zamana kadar gelen en kalabalık grup gelmişti. Üç kişiydik
sahnede. 40 kişilik seyirci vardı. Kafe olduğu için herkes de bir
şeyler yemiş ve içmişti. Masal bittiğinde bağış kutusunda 40
TL vardı ve o kafe de benden 44 TL hesap istemişti. O gece çok
ağladım. Kendimi değersiz ve sömürülmüş hissettim. O işletmeye
para kazandırmıştım, bir etkinlik yapmıştım, bunun için çok
çalışmıştım ve yaptığım şeyin sonunda kendimi çok kötü
hissettim. O akşam bir karar aldım, para kazanan hiç bir
işletmeyle ücretsiz bir iş yapmayacağım. Bu işi yapmak
istiyorsam, bu işi yapmalıyım ve o gece bir dua ettim.
Yüce Yaratan! Masal anlatmaya devam edebilmem için ondan para kazanmama yardım et!
Bizim işlerde maalesef genel bir yargı
vardır. "Hem sevdiğin işi yapıp hem para kazanamazsın. Ne olacak
canım çıkıp bi masal anlatıver. E şimdi bir şarkı değil mi
çal. Hem sen bu işi severek yapmıyor musun? Severek yaptığın
bir işte aç kalmamak da sana koymamalı. Ee sen de elini taşın
altına koy." gibi bir çok şey duydum, bunları söyleyenler
istediği hiçbir şeyi yapmaya cesaret edememiş ve limanı
terkedememiş kişilerdi. Bir işi profesyonelce yapmak istiyorsam üç
şeye ihtiyacım var. Zaman, emek, para. Eğitim almam için, kitap
almak için, kendimi geliştirmek, seyahat etmek, izlemek,
araştırmak, sahne malzemeleri için paraya ihtiyacım var. Zamana
ihtiyacım var, düzenli bir işim olursa çalışmak için zaman
bulamam ve körelirim. Emek vermeden de hiç bir şey olmaz. Günlerce
gecelerce çalışmak, düşünmek, hayal etmek, kalbini dinlemek
gerek. Aynı zamanda kirayı vermek, kızı okula göndermek,
faturaları yatırmak ve yemek yemek gerek. Bu işleri yaparak pekala
para kazanabilirsiniz. Bir geliriniz olur, sağlıklı bir şekilde
yaşayabilirsiniz. Bu düzenli bir gelir olmaz ama istediğiniz
şeyleri yapabilirsiniz. Profesyonelce davranmak kaydıyla, kendini
korumak koşuluyla. Yüce Yaratıcı'nın cevabı gecikmedi. Aramız
iyidir ve bana bir tavsiyede bulundu.
Harekete Geç!
Harekete geçme döneminde eski eşimin
de katkılarını görmezden gelemeyeceğim. O bu işi benden daha
iyi bilirdi (bağlantı kurmak, yer ayarlamak, tanışmak) zaten
yaptığı iş de buydu ve hem benim kurduğum hem de onun kurduğu
bağlantılarla daha profesyonel işlerde ilerlemeye başladım.
Bir çok kitabevinde, minik sahnelerde
masal anlattım. Gürol Tonbul hocamın sanat yönetmenliği ile
birlikte cezaevlerinde gönüllü olarak masal anlattık, “Kuş
Kanadında Masal”
Doğaçlama Tiyatro Festivalinde masal
anlatıcılığı ile ilgili bi atölye düzenledim. Taksav Tiyatro
Festivalinde masal anlattım. Tedx Deu konuşmacısı oldum.
Efe Elmas ile birlikte “Masal ve
Arketip” “Şifalı Masallar” atölyeleri düzenledik.
Masalcılar buluşmasına gittim . İstanbul'da Adana'da masallar
anlattım.
İzmir'de tarihi bir handa, Buca'da
eski bir evin bahçesinde, ormanda, sahnede pek çok yerde masal
anlattım, anlattım, anlattım. Bu işte daha da derinleşmek
istiyordum ve Dokuz Eylül Üniversitesinde Tiyatro üzerinde
yaptığım yüksek lisansımda tez konumu anlatıcılık üzerine
seçtim. Sonra da hayatımın en güzel şeylerinden biri oldu. Nazlı
Çevik ile tanıştım. Seiba Uluslararası Hikaye Anlatıcılığı
Okulu açmışlardı. 2,5 yıllık bir programları vardı.
“Anlatıcının Yolu” İstanbul'da olacaktı. Ayda bir, üç gün
gitmem gerekiyordu. Seçmeler vardı ama aynı zamanda bursa da
ihtiyacım vardı. Ve 2016 yılının Ocak ayında 30 yaş doğum
günü hediyesi gibi bir olay oldu. Oraya seçildim ve burslu kabul
edildim. Bu benim yolumu daha da derinleştirdi ve daha da
odaklanmamı sağladı.
Tüm bu süreç hızla giderken ben
hala güvenli limandaydım. Kafamda soru işaretleri vardı kendimle
ilgili. Evet işleri yapıyordum ama yanlış giden bir şeyler
vardı. Sonra şu soruyu sordum.
Kendime Saygı Duyuyor Muyum?
Kendimi Seviyor Muyum?
Buz dağına çarptım.Gemi su almaya başladı, bir çok
soruyla birlikte. Ben işime saygı duyulmasını istiyorum ama ben
duyuyor muyum? İnsanlara bağımlı mı yaşıyorum yoksa
ilişkilerim kalpten mi? Kendimi seviyor muyum? İnsanlar yanımda
olsunlar diye içimden gelmediği gibi mi davranıyorum? Yanımda
olanlar, ben olduğum için mi yanımdalar yoksa bana iyi niyet
kancaları mı takmışlar? Tüm bu sorularla birlikte olan oldu.
Gemi büyük bir gürültüyle ve hızla
battı. Bu batan bendim. Eski ben. Başarı ve başarısızlıkla
ilgili inançlarım. Yükseliş ve düşüşle ilgili kalıp
yargılarım. Kendimi sevmeyişlerim. Taktığım maskelerim. Üzerime
geçirdiğim kaftanlarım. Başkalarından ödünç aldığım
parçalarım. Üzerime oturmayan sözlerim. Eski ben hızla batarken
yanında bir çok şeyi de götürdü. Bunlardan biri de evliliğim
oldu.
9 yıllık evliliğim ve iş yaşamım
bitti. Hakkında hayaller kurduğum evim gitti yani ben evimden
gittim. Beraber iş yaptığımız ortak arkadaşlarımız gitti yani
benden gittiler. Eski Sıla gitti.
Ev gitti ama onun yerine içinde
huzurla oturduğum yuvam geldi. Arkadaşlar gittiler ve yanımda
kalanlar dostlarım oldu. İş gitti yerine bütüncül bir hayat
geldi.
Şimdi kolları sıvama sırası.
Koşmak, kendi işini kendin yapmak. Öğrenmek. Bağlantılar
kurmak. Kendi dosyanı kendin hazırlamak zamanı. Masallarını
çalışmak, hayaller kurmak zamanı. Kendi hayatımın sorumluluğunu
almak zamanı.
Sanat ile uğraşırken tam bir batma
ve çıkma yaşamazsınız. Sanatsal yönden tatmin olmuşsanız
maddi olarak olamadığınız durumlar olur ya da maddi olarak tatmin
olmuşsunuzdur ama sanatasal olarak değil. Bazen ikisi birden çok
güzel gelir size bazen ikisi de olmaz. Buradaki sır o
dengesizlikte. Bizi ayakta tutan. Masal anlatmak, benimle ilgili bir
şey. Kalbimden gelmediği gibi davrandığımda işleri batırmış
oluyorum ama tam battığım anda da kim olduğumu bulup onu
çıkarıyorum. Uzun yıllar aradığım elması buluyor ve onu
bulduğum anda okyanusa geri bırakıyorum, anlatarak.
Tüm bu süreçte öğrendim ki;
kendimi sevip kendime saygı duyduğumda olaylara, insanlara, işlere
farklı bir açıdan bakıyorum. Böyle olunca da kendimi
etiketlemiyorum. Ben bir anneyim, masal anlatıcısıyım, eskiden
oyuncuydum, boşanmak üzere olan bir kadınım...... ben benim Sıla
bile değilim.
Konuşmamı bitirdikten sonra
dinleyicilerden biri bir soru sordu. “Peki ne oldu da kendinizi
sevmeye başladınız?”
Bu soru öyle anlamlıydı ki.
Sunumumun içine koymak istediğim, ama bu kısa sürede neresini
anlatsam diye düşündüğüm, belki de anlaşılamaz diye
kaygılandığım bir konu vardı. Bu soruyla gülümsedim,
söylenmesi gerekiyorsa zamanı şimdiymiş diye düşündüm.
Ayşe Nilgün Arıt'ı tanır mısınız?
Maya Şamanıdır. Onunla tanıştım, kitaplarını okudum ve
atölyelerine katıldım. Benim hocamdır. Bir gün bana dedi ki
“Sen sadece masal anlatıcısı değilsin.” İçimdeki beni
keşfetmemi sağlayan odur ve şamanik öğretidir.
Anlattım işte, ben sunumu hazılarken
çok gülmüştüm. Titanikle bağdaştırırken bunları hafife
almıştım. Hikayemi paylaşırken insanlar çok az güldü.
Bakışlarında derinlik vardı. İçlerine dönmüşlerdi. Ne oluyor
diye düşündüm, neden gülmüyorlar. Çıkışta bir kişi geldi
yanıma ve çok etkilendiğini söyledi. Çoğu kişi eski beni
bırakmama ve bundan nefretle bahsetmemiş olmama şaşırmışlardı. Onlara
ilham vermişti bu hikaye ve derine inmelerini sağlamıştı. Bu
komik değildi, bu gerçekti. Bunu komik hale getirmeye çalışan
bendim, atlatmak için. Dün gece bununla da yüzleştim. Efe ile
konuştuk telefonda yol boyunca, neler başardığımı şimdi
anlıyorum, insanların bakışları bana ayna oldu. Kendimi büyümüş
hissediyorum.
Ben bu yazıyı okuduğum için çok mutluyum . Umut veren bu hikaye için teşekkürler . Hepimizin ihtiyaci olduğu şey bu . Mutlu olduğumuz yerde mutlu olarak kalacak şekilde yaşamak .İyiki varsınız sağolun .
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. Umut verdiyse hikayem ne mutlu bana. Sevgiler
Silİlham verici. Paylaşma cesaretin için kutlarım Sıla :)
YanıtlaSilteşekkür ederim:) cesur olmak deneyerek öğrenilen bir şeymiş. sevgiler
SilSeni seviyorum..devam!♡
YanıtlaSil:) teşekkür ederim
SilTesekkurler paylasim icin. Simdi ben de dusunuyorum, gercekten ne olmasi lazim kendimi sevmeye baslamam icin?...Henuz bilmiyorum. Yakin zamanda bulacak kadar sansli olurum umarim.
YanıtlaSilkendimizi sevmeye başlamamız için kendimizi sevmeye başlamamız gerekiyor bence. Bunu düşündüğümüz an da başlamış oluyoruz:) sevgiler
Sil